Bir işteki sorumluluktan kurtulmak için ne yazık ki, “kaderci” diyebileceğimiz bir tavırla kader konusu istismar edilebilmiştir. Kaderi iman esasları arasında görmeyen yaklaşım sahiplerinin görüşleri de dikkatle incelendiğinde, kaderi “kaderci” biçimde anlayan yaklaşıma itiraz ettikleri görülecektir. Kâfirler küfrüne, zalimler zulmüne, fasıklar fıskına, idareciler hatalarına hep kaderden fetva aramıştır.
Bu konuda bazı örnekleri sıralayabiliriz. “Şirk koşanlar dediler ki: ‘Allah dileseydi, ne biz, ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.’… (Nahl, 35)” ayetinden görüleceği üzere, şirk koşanlar şirklerini Allah’ın takdirine fatura etmiştir.
Emeviler döneminde, kaderci/fatalist anlayış siyasi iradenin toplumsal meşruiyeti temin konusunda başvurduğu önemli bir araç olmuştur. O dönemki bazı idarecilere göre hilafet, Allah tarafından kendilerine ihsan edilmiştir ve hilafetin kendilerinde bulunması, Allah’ın bir takdiridir. Dolayısıyla onlara itaatsizlik, Allah’a itaatsizlikle eşittir ve Allah’ın takdirine karşı çıkıştır. Nitekim Yezid bir konuşmasında halka şöyle seslenmiştir: “Boşuna uğraşmayın, Allah bizi istiyor. Eğer Allah bir işi beğenmezse, onu değiştirir.” İbn-i Ziyad, Resulullah’ın ehl-i Beytinin kesik başını, Hz. Zeynep’in önünde kanlarını savurarak boşaltırken “Gördün mü? Allah Ehl-i Beytine ne yaptı?” diye alay etmiştir. Yezid ise, Hz. Hüseyin için “İbni Ziyad acele edip ona saldırdı. Allah da Hüseyin’i öldürdü!” demiştir. Bu örnekte olduğu gibi, zulüm ve taşkınlıklarını, Allah’a izafe edenler çıkmıştır.
Halktan bazıları Hasan el-Basrî’ye gelerek “bu hükümdarlar insanları öldürüp mallarını alıyorlar, şöyle şöyle şeyler yapıyorlar, sonra da ‘işlerimiz Allah’ın takdiri ile oluyor diyorlar’” sözüne, “Allah’ın düşmanları yalan söylüyor” diyerek tepki göstermiştir.
Hz. Ömer döneminde hırsızlık yapan biri bunu Allah’ın takdiriyle yaptığını söyleyince, Hz. Ömer bu adama hırsızlığın cezasına ek olarak Allah’a iftira ettiğinden dolayı da para cezası uygulamıştır.
Abdullah b. Ömer’e, bazı toplulukların içki içtiği, hırsızlık yaptığı, adam öldürdüğü, sonra da Allah’ın ilminde bulunduğundan dolayı bu günahları yapmak zorunda olduklarını söyledikleri haber verilince, Hz. Abdullah’ın öfkelenerek şöyle dediği rivayet edilir: “Yüce Allah’ı tenzih ederim! Onların o işleri yapacakları Allah’ın ilminde vardı ama, Allah’ın ilmi onları bu işleri yapmaya zorlamadı.”
Ne yazık ki, aynı “hatadan sıyrılmacı” anlayış, farklı biçimlerde günümüzde de devam etmektedir. Hatırlanacağı üzere, yöneticilerin gerekli tedbirleri almamasından ötürü 1990 yılı hac mevsiminde Mekke’deki Mina tünelinde binlerce hacı vefat etmiş, dönemin idarecisi tarafından bu durum “Allah’ın takdiri” olarak değerlendirilmiştir. Allah’ın takdiri olduğunda şüphe yoktur, ancak yöneticileri sorumluluktan kurtarmak adına dikkatleri Allah’ın takdirine yöneltmek, dini istismar değil midir? İlkel teknolojiyle çalışan bir maden ocağı göçüğü altında kalarak ölen insanların yakınlarına, en yetkililerin “Cenab-ı Allah’ın takdiri böyle imiş, ne yapalım? Sabretmek gerek. Allah sabır versin.” diyerek teselli vermesi ne derece doğrudur?
Kötülüğün yaratılması değil, kötülüğün işlenmesi kötülük olduğundan, kötülüğe sebep olanlar, sorumluluklarını yerine getirmemeleri nedeniyle sorgulanmalı ve yapılan kötülükler karşılıksız kalmamalıdır.
Dr. Naim Tatlıcı
(2743)
(2743)