- Evrim teorisi, bütün canlıların birkaç milyar yıl önce oluşmuş tek hücreli ortak bir atadan geldiğini, canlı türlerinin nesilden nesile değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazandığını ifade eden bir teoridir. Bu teoriye göre, genlerdeki mutasyonlar (DNA’da meydana gelen değişiklikler), göçler (gen akışları) veya çeşitli türler arasında yatay gen aktarımları sonucu türün bireylerinde yeni veya değişmiş özelliklerin (varyasyonların/çeşitlenmelerin) ortaya çıkması, evrim sürecini yürüten temel etmenlerdir. Evrim teorisinin en temel mekanizmaları, mutasyon ve doğal seçilim (seleksiyon)dir. Buna göre, canlı türlerinin oluşumu mutasyonlarla (genetik değişikliklerle) canlılarda yeni değişimlerin oluşması ve çevreye uyum sağlayamayan canlıların doğal seçilim sonucunda elenmesi ile gerçekleşmektedir. Örneğin, zürafaların uzun boyunlu oluşu, doğal seçilim ile şu şekilde izah edilmektedir: Öncesinde kısa boyunlu zürafalar mevcutken, zamanla uzun boyunlu zürafa çeşitleri de oluşmuş, uzun boyunlu zürafaların daha iyi beslenme imkânlarına sahip olmaları (adaptasyon kabiliyetlerinin daha iyi olması) sonucu, uzun boyunlu olanlar hayatta kalırken, kısa boyunlu olanlar doğal seçilimle yok olmuştur. Tür içindeki çeşitlenme “mikro evrim” olarak adlandırılırken, yeni türlerin oluşması “makro evrim” olarak adlandırılmaktadır.
- Evrim teorisini sistematik olarak ilk ortaya koyan kişi Lamarck’tır. Lamarck, Tanrı’nın varlığını da kabul eden bir evrim görüşü savunmuştur. Darwin’in doğal seçilime dayalı görüşleri etrafında şekillenmeye başlayan evrim teorisi, Mendel’in kalıtım kuramı ile modern moleküler biyoloji ve matematiksel popülasyon genetiği ışığında birleştirilerek, Yeni-Darwincilik (Neo-Darwinizm) olarak son aşamasına ulaşmıştır.
- Evrim felsefesinin dayandığı prensipleri dört kategoride toplamak mümkündür:
a) Evrimin uzun zaman içinde kademeli biçimde gerçekleşmiş olması,
b) Bir türün başka bir türden oluşması,
c) Bütün varlıkların, tek bir hücrenin farklılaşmasıyla meydana gelmiş olması
d) Bütün hadiselerin, tesadüfen ve kendi kendine cereyan etmesi.
- Thomas Kuhn’un ortaya koyduğu paradigma terimi, bilim insanlarının dünyaya bakış açılarını belirleyen, yapılan bilimsel çalışmaların ön kabullerini dikte eden, bilimsel faaliyetin oluştuğu ve kontrol edildiği sosyolojik ortamı ifade eden önemli bir terimdir. Bilimsel faaliyet; sosyolojik ortamdan bağımsız, mutlak objektif bir uğraş olmadığı için, bilim cemaatinin ön kabul ve tavırları söz konusu faaliyetlere bir çerçeve çizmektedir. Kuhn’a göre, bilim insanları, öngörülerini haklı çıkarmak için gerek aletleriyle, gerekse teorilerindeki denklemlerle oynamaktan kaçınmamaktadır. Evrim konusundaki en iyi kitaplardan birinin yazarı olan Doç. Dr. Caner Taslaman’a göre, halihazırda, evrimci paradigmanın bilimde tartışılmaz bir hegemonyası bulunmaktadır. Taslaman’a göre, Duane T. Gish’in, “türlerin birbirlerinden bağımsız yaratıldığını kabul edenlere makale yayınlatmada, doktora ve profesörlük derecelerini kazanmakta zorluk çıkarıldığına; medya kuruluşlarında ve National Geographic, Reader’s Digest, Life gibi etkin popüler dergilerde evrimci bilim insanlarının hâkimiyetinin alternatif görüşlere geçit vermediği” yönündeki tespitleri, bu durumu teyit etmektedir. Bilim insanlarının “inançları”, kendilerini takip eden bilim insanlarını da evrimci paradigma içinde hareket etmeye zorlamaktadır. Evrim teorisini ispat adına Piltdown adamı[1], Haeckel’in embriyo çizimleri[2] ve Nebraska adamı[3] gibi bazı sahtekârlıklara tevessül edilmesinde, bu görünmez çerçevenin/paradigmanın etkili olmuş olabileceği dikkatten kaçmamalıdır.
- Evrim teorisinin bu kadar taraftar bulmasının ve ona keskin biçimde karşıt olunmasının altında evrim teorisinin felsefesi yatmaktadır. Her ne kadar evrim teorisinin ortaya çıkışından sonra, Tanrı inancını dışlamayan bazı evrimcilerin mevcut olduğu göze çarpsa da, gelinen noktada evrim teorisi, natüralizm, materyalizm ve ateizmin biyolojideki yansıması olarak kendini konumlandırmıştır. Aydınlanma dönemini müteakip, yaşamı “dinden arındırma” paradigması materyalist felsefenin güdümünde, birçok alanı şekillendirmiştir. Bu anlamda, Darwin’in biyoloji alanındaki çalışmaları, Marx’ın ekonomi ve sosyoloji alanında ve Freud’un psikoloji alanında yaptığı çalışmalar ile paralel mahiyettedir. Natüralizm, doğa dışından bir müdahaleyi kabul etmez, materyalizm madde dışında hiçbir varlığın bulunmadığını savunur, ateizm ise Tanrı’nın var olmadığını öne sürer. Gerek doğa dışında hiçbir varlığı kabul etmeyen (Tanrı’yı yok sayarak doğayı ele alan) felsefî natüralizm, gerekse doğanın doğa dışı sebeplerle açıklanamayacağını öne süren (Tanrı yokmuşçasına doğayı ele alan) metodolojik natüralizm, ateizmin bir izdüşümü olarak günümüz bilimine hâkim paradigmayı oluşturmaktadır. Bu paradigma içinde, bir Yaratıcı’yı ima eden bir söylem içinde bulunulması dahi mümkün değildir. Bu çerçevede, evrim teorisinin iddia ettiği biçimde bir sürecin yaşanmış olduğu kabul edilse bile, Yüce Yaratıcı’nın yaratmada kullandığı bir yöntem olarak görülebilecek evrimin, doğa içinde olduğu varsayılan tesadüfler zinciri ile açıklanmasından başka bir seçenek kalmamakta ve evrim sürecini kabul, natüralizm, materyalizm ve ateizmin de kabulünü zorunlu kılan bir pakete dönüşmektedir.
- Modern dünyada, birçok insan bilimin “en kesin ve en doğru bilgi”yi verdiğine sarsılmaz biçimde “iman” etmektedir. Halbuki, dinin temelinde inanç yatarken, bilimin temelinde şüphe yatmaktadır. Bilimin yanlışlarını düzeltebilmesi ve ilerleyebilmesi, ancak şüphe ile mümkündür. Bu anlamda, evrimcilerin; evrim teorisine getirilen eleştirileri (evrim teorisinin bilimselliğin kriterlerini oluşturan deneylenebilme, gözlenebilme, yasalara sahip olma ve öngörüde bulundurabilme açısından gerekli kriterleri karşılayamadığı; kanıtlarının yetersiz olduğu, evrim teorisi dışında alternatif teorilerin mümkün olamayacağını savunması gibi) göz ardı etmesi ve söz konusu teoriyi dinî inançların karşısında bir inanç olarak konumlandırmış olması, evrim teorisi adına bir talihsizliktir. Bu talihsiz yaklaşıma bir örnek olarak, 27/05/2005 tarihli Radikal Gazetesi’nde Bilim ve Gelecek Dergisi Genel Yayın Yönetmeni E. Helvacıoğlu’nun “Bundan üç-dört yıl kadar önce, İstanbul, Ankara ve Kocaeli’deki üniversite öğrencileri arasında bir ‘Safsata Anketi’ düzenlemiştik. Sonuçlar tek kelimeyle korkunçtu. Biyoloji fakültesi son sınıf öğrencileri arasında ‘Adem ile Havva’dan geldiğimize’ inananların oranı yüzde seksen beş dolaylarındaydı. Yanlış okumadınız; bu anketi mahalle kahvelerinde değil, biyoloji fakültesi son sınıf öğrencileri arasında yapmıştık, yani şimdi o öğrencilerin hepsi birer biyolog!..” ifadeleri verilebilir.
- Evrimcilerin en temel varsayımlarından biri olan, türlerin birbirine dönüştüğü iddiasına farklı alternatifler üretilmiştir. Türlerin ayrı ayrı yaratıldığını savunan ve biyokimyacı Michael J. Behe tarafından ileri sürülen “akıllı tasarım teorisi”nde; biyolojik olayların bir plân ve programın gereği olduğu, organizmaların sahip oldukları kompleks yapıların kademeli bir evrimle oluşamayacağı, “indirgenemez karmaşıklık” çerçevesinde, bir bütünü oluşturan parçaların tek başına bir şey ifade etmeyeceği, bu parçaların bir arada olması halinde işlev göreceği, her bir organın yaptığı görevin çok kompleks ve karmaşık olaylar zincirinin bir sonucu olduğu, bu görevin yapılabilmesinin bütün şartların bir anda var olmasıyla mümkün olabileceği ifade edilmiştir. Behe, gözün yapısı, bakteri kamçısı ve kanın pıhtılaşma mekanizması gibi konularda teorisine örnekler vermiştir.
- Evrim kavramı ile evrim teorisinin aynı şey olmadığına dikkat edilmelidir. Müslüman düşünürlerin eserlerinde, biyolojik (türlerin değişimi bu evrimin konusudur), sosyal (medeniyetlerin gelişimi gibi faktörler buna dahildir) ve psikolojik (insanın ahlaki ve manevi açıdan gelişimini anlatır) evrimden bahsedilmiş, bazılarında ise, türlerin birbirinden evrimleştiği iddiası olmaksızın canlıların arasında “varlık mertebeleri”ne göre sıralama yapıldığı görülmüştür. Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar’a göre, evrime eserlerinde yer veren Müslüman ilim adamlarında, dört çeşit model göze çarpmaktadır:
a) Çekirdek-varlıktan, türlerin art arda evrimi: Nazzâm tarafından savunulan modele göre, Allah’ın doğrudan doğruya yarattığı bir çekirdek-varlığın evriminden, bir yandan, bir bütün olarak kâinat oluşurken, diğer yandan da, birbirlerinden bağımsız olarak ve sırasıyla maden, bitki, hayvan ve insan gibi varlık türlerinin ilk ana türleri oluşmuştur. Her ana tür de, kendi içinde, biri diğerine dönüşmeksizin evrimleşmiş, böylece, bir türün çeşitli üyeleri ve yan türleri meydana gelmiştir.
b) Çekirdek-varlıktan, türlerin zincirleme dönüşümlü evrimi: Câhız ve Abdulkâdir Bîdîl gibi bilginlerin modeline göre, bütün kâinat ve varlık türleri bir tek çekirdek-varlığın evrimiyle meydana gelmiştir. Basit türlerden kompleks türlere doğru bir sıra takip eden bu zincirleme evrimde, bir alt türün dönüşümüyle bir üst türe geçilmiştir.
c) Canlı varlık ana türlerinin, doğal olarak ardarda çıkışı: Özellikle Câbir b. Hayâm, Bîrûnî, İbnu’n-Nefis ve İbn Tufeyl gibi bilginlerin savunduğu modele göre, Allah’ın yaratma fiilinin bir tecellisi olarak, yeryüzünün uygun bir yerinde, güneş ısısının ve ışığının, su, toprak, hava gibi çeşitli unsur ve gazların oluşturduğu karışıma tesiriyle, bu karışımın mayalanıp kokuşması, yani bir çeşit kimyasal evrim geçirmesi sonucunda, ardarda bitki, hayvan ve insan gibi canlı türlerinin ana türleri meydana gelmiştir. Daha sonra, her canlı ana türü, kendi içinde dönüşümsüz bir şekilde evrimleşmiş ve neticede bu evrimden, o ana türün üye ve benzer türleri türemiştir.
d) Külli ruhtan, türlerin zincirleme dönüşümsüz evrimi: Bu modele göre, Allah, önce, evrimiyle bütün kâinatı, somut ve soyut bütün varlıkları meydana getirecek olan külli varlığı yaratmıştır. Külli ruhun akışıyla varlıkların meydana geliş sıraları şöyledir: Önce ruhi varlıklar, daha sonra basit semavi unsurlar ve cisimler, daha sonra madenler, daha sonra bitki ve hayvan türleri ve nihayet insan türü. Belli özelliklere sahip türlerin, hepsi, bir âlem adı almıştır: Bitkiler âlemi, hayvanlar âlemi gibi… Bu görüş, Müslüman evrimcilerin çoğunun paylaştığı görüştür. Bunlar arasında, İbn Miskeveyh, İhvânu’s Safâ, İbn Heysem, İbn Arabî, Mevlânâ, Nâsıruddîn et-Tûsî, Muhammed Zekerriyyâ el-Kazvînî, İbn Haldun, Kınalızâde Ali Efendi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi bilginler vardır. Bu bilginler, varlık âlemleri arasında yer alan türlerden de bahsetmiştir. Örneğin, mercan (bazılarınca yer mantarı) madenler ve bitkiler arasındaki ara tür, hurma ağacı (bazılarınca boru çiçeği) bitkiler ve hayvanlar arasındaki ara tür, maymun (bazılarınca nasnas tabir edilen maymun-insan) hayvanlar ve insan arasındaki ara tür olarak görülmüştür. “Halanız olan hurma ağacına saygı gösteriniz! Çünkü, ilk hurma ağacı, Âdem aleyhisselâmın çamuru artıklarından yaratıldı” şeklinde hadis rivayetlerinin olması ve insan ile hurma ağacı arasındaki şaşırtıcı benzerlik bu görüşü dikkat çekici kılmaktadır.
Bu modellerin tümünde, insanın, evrimin en son devresinde, en son varlık türü olarak meydana geldiği ifade edilmiştir. Onun meydana gelişiyle de, varlığın oluşumsal evrimi tamamlanmıştır. Bu yönüyle, Darwin’in evrim teorisinden ayrılırlar. Bütün Müslüman evrimciler, kâinatı Allah’ın eseri kabul ettiklerinden, yaratılışı, kendi kendine meydana gelmiş bir olay değil, ilahi bir icraat olarak görürler. Müslüman evrimcilere göre, Allah, hem kâinatın yaratılışının başlatıcısı, hem de, evrimin veya evrimleştirmenin gerçek failidir. Bu anlamda da, Müslüman bilginlerin evrim anlayışı ile evrim teorisi arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Mutezile’ye mensup Nazzam, Câhız gibi bazı alimler ile zühd döneminden sonra yetişen bazı mutasavvıfların “evrimci yaratılış teorisi” diye isimlendirilmesi mümkün olan bir teoriyi ileri sürmelerine rağmen, Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre, Allah Teâlâ’nın bütün türleri birden ve ayrı ayrı yarattığını, türler arasında evrimleşme yoluyla geçişlerin olmadığını ve evrimin türlerin kendi içinde olabildiğini ifade etmiştir.
- İnsanın maymunumsu bir canlıdan yaratılışının, insanın onuruna ve ahlakî yapısına yakışmadığı, Hz. Âdem ve Havva’dan yaratılışa atıfta bulunan dini bilgiler ile çeliştiği, insanın hayvanlardan mahiyet olarak farklı bir varlık olduğu yönünde türlerin ayrı ayrı yaratıldığını kabul eden görüşler olmakla birlikte, sayılan hususların bir çelişki olarak görülemeyeceğini kabul eden görüşler de bulunmaktadır. Diğer yandan, evrimi kabul eden bazı yaklaşımlar, bazı ayet ve hadisleri evrimin olduğuna delil olarak gösterirken, evrimi reddeden görüşler, bu tür açıklamaların zorlama olduğunun ve mevcut paradigmaya uygun davranma isteğinin bir sonucu olduğunun altını çizmiştir.
- National Geographic dergisinin İnternet sitesinde 10 Ağustos 2006’da yayımlanan James Owen imzalı haberde, 2005 yılında, ABD, Japonya ve 32 Avrupa ülkesine yönelik yapılan bir çalışmada, “evrimi doğru kabul edenlerin oranı”nın yaklaşık % 27 ile en düşük Türkiye’de bulunduğu belirtilmiştir. Türkiye’den sonra sıralamada, % 40 ile ABD gelmektedir. Yine aynı araştırmaya göre, evrim en fazla Türkiye’de % 51 ile reddedilmekte iken, Türkiye’yi % 39 ile ABD izlemektedir. Bilim ve Ütopya dergisinde Ekim 2001’de yayınlanan bir araştırmada ise, İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve ODTÜ gibi çeşitli üniversitelerin tıp, biyoloji, fizik, kimya, astronomi, jeoloji gibi doğa bilimleri fakültelerindeki 1. ve 4. sınıf öğrencilerine “insan soyunun Havva ve Âdem’den geldiği görüşüne inanıp inanmadıkları” sorulmuş ve anket, fakültesine göre öğrencilerin % 67-80’lik bir kısmının inandığını ifade etmesiyle sonuçlanmıştır. İnanmayanların oranı % 0-17 arasında kalmıştır. Brezilya’da 2010 yılında yapılan bir ankette, teistik evrime inandıklarını söyleyen veya evrimin Tanrı tarafından yönlendirildiğini düşünenlerin oranı % 59 olarak tespit edilirken, evrimi reddeden yaratılışçıların oranı % 25, evrimin herhangi bir ilahi güce gerek kalmadan oluştuğunu söyleyenlerin oranı ise % 8 olarak tespit edilmiştir. Bu rakamlar, bilimdeki evrimci paradigmaya rağmen, materyalist ve ateist bir içerikte takdim edilen evrime, önemli bir çoğunluk tarafından mesafeli yaklaşıldığını göstermektedir.
- “Sizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette biliyorsunuzdur. Onlara ‘Aşağılık maymunlar olun’ dedik; bunu, hem çağdaşlarına, hem de sonra gelecek olanlara ibret verici bir ceza ve takva sahiplerine bir öğüt kıldık. (Bakara, 65-66)” âyetine göre, maymunlar insanlardan türemiş olabilir mi? Bazı tefsirciler, Cumartesi yasağını çiğneyerek Allah’ın emrine karşı gelen kişilerin dış görünüş olarak bu hayvanlara dönüştürüldüklerini ve kısa sürede öldüklerini söylerken; bazıları ise, buradaki dönüşümün, iç dünyaları açısından manevi bir dönüşüm/ahlakî bir dejenerasyon olduğundan bahsetmiştir.
- Antik Yunan gök bilimcilerden Batlamyus’un düşüncesine göre, evrenin merkezi Dünya idi. 16. yüzyıla kadar bilim çevrelerinde Dünya’nın, evrenin merkezinde olduğu düşünüldü. Bu inanış, Kopernik’in, Dünya’nın ve diğer gezegenlerin Güneş’in etrafında döndüklerini ortaya atmasıyla sorgulanmış, 1610 yılında Galileo Galilei’nin teleskopuyla yaptığı gözlemler sonucunda, Dünya’nın aslında Güneş’in etrafında döndüğü bilimsel geçerlilik kazanmıştır. İlk bakışta, insanın evren ve canlılar içinde özel bir konumunun olduğu ve Rabbimizin bu varlığı kendine muhatap kabul etmiş olduğu göz önüne alındığında, uzunca bir süre kabul görmüş “Dünya’nın evrenin merkezi” olduğu görüşü, bir mümine daha yakın ve daha sıcak gelmektedir. Ancak Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü gerçeği ile, anlayışlar değişime uğramıştır. Burada yıkılan hakikat değil, kişilerin hakikat algısı olmuştur. Buna bir misal vermek gerekirse, Kur’an’da çokça zikredilen “göklerin ve yerin Rabbi” ve benzeri mahiyetteki ayetlerde yerküre küçüklüğüyle beraber, göklere denk olarak gösterilmiştir. Halbuki yeknesak ve nispeten durağan nitelikteki semavata karşı, her an yenilenen âlemleri barındıran bir gezegendir yerküre… Adeta niceliği ile bizleri hayrete düşüren göklere mukabil, niteliği ile göz kamaştıran; cirmi küçük de olsa, Cenâb-ı Hakkın sanatını, hikmetini, kudretini ve rahmetini sergilediği ve Cennetine bir tarla olarak yarattığı bir mekândır Dünya… Britannica Ansiklopedisi’nin evrim maddesinde yer aldığı üzere, Dünya’da iç içe girmiş o kadar âlem vardır ki, canlı türlerinden henüz sadece 2 milyondan biraz fazlası tanımlanabilmiş ve sınıflanabilmiştir. Bazı tahminlere göre, henüz tanımlanmamış 10 ila 30 milyon arası canlı türü vardır. Bir milimetrenin binde birinden kısa bakterilerden, yerden yüksekliği 100 metreyi, ağırlığı binlerce tonu bulan sekoya ağaçlarına kadar dünyadaki canlı türleri, cüsse, biçim ve yaşayış biçimi açısından çok büyük farklılıklar gösterirler. Sıcak su kaynaklarında kaynama sıcaklığına yakın derecelerde yaşayan bakteriler olduğu gibi, Antarktika’daki buzullarda ya da tuz göllerinde -23 °C’ye varan sıcaklıklarda yaşayan algler ve mantarlar vardır. Karanlık okyanus tabanlarındaki hidrotermal çatlakların kenarlarında yaşayan devasa boru kurtçukları olduğu gibi, Everest Dağı’nın yamaçlarında, 6 bin metre yükseklikte yaşayan hezaren çiçekleri ve örümcekler vardır. Netice olarak, Dünya’nın farklı bir kıymeti haiz olması için evrenin merkezinde olması gerekmemektedir. Bu örnekte olduğu gibi, fıtratla uyumlu ve hakikatın peşindeki ilmi çalışmalar, dinin sabiteleri ile çatışmaz. Çatıştığını düşündüğümüz şey, bizim bu konudaki algılarımızdır. Bu anlamda, evrim ve yaratılış birbirinin karşıtı değildir. Evrim –eğer olduysa-, yaratılışın bir yöntemidir. Evrim teorisinin karşısına çıkarılan teoriye “yaratılış” adının verilmesi başlı başına bir cinayettir. Yaratılış bir teori değil, bir hakikattir. Allah’ın ibda ve inşa olmak üzere iki şekilde yaratması vardır. İbda, Allah’ın mevcudatı benzersiz ve modelsiz bir şekilde yoktan var etmesi; inşa ise, mevcut varlıklardan yeni varlıkları yaratmasıdır. Bu anlamda, “Bir şeyi dilediği zaman, onun emri yalnızca ‘Ol’ demesidir, o da hemen oluverir. (Yasin, 82)” ayetinde geçen “Ol!” emri, hem ibda, hem de inşa olarak yaratmayı içermektedir. Hz. Âdem, ister evrim muhaliflerinin dediği gibi ibda, ister yaratılışçı evrimcilerin dediği gibi inşa olarak yaratılmış olsun, “Ol!” emri içerisinde Rabbimiz tarafından yaratıldığında şüphe yoktur.
- Halihazırda “tesadüf” mekanizmasına dayandırılmış, metafizik temelleri İslam ile çelişen bir evrim teorisinin bir Müslüman tarafından kabul edilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Teknik boyutu ile ilgili olarak da ciddi şüpheler vardır. Bu anlamda, evrim teorisinin teknik boyutuna karşı üç farklı duruştan bahsedebiliriz:
a) Evrim teorisini reddeden (İslam ile evrimi çatışma içinde gören) yaklaşım,
b) Yaratmanın bir yöntemi olarak evrimi kabul eden (İslam’ın evrimle çatışmadığını düşünen) yaklaşım
c) Evrim teorisinin şu anda doğru olup olmadığının bilinemeyeceğini belirten (İslam ile evrimi çatıştırma/uzlaştırma çabası içine girmeyen) yaklaşım.
Türlerin farklı olarak yaratıldığı yaklaşımı, İslamî naslara daha uygun gözükmektedir. Bununla birlikte, zaman içerisinde evrim teorisinin veya diğer evrim yaklaşımlarının muhkem hale gelmesi, İslam’ın aleyhine bir durum ortaya çıkarmaz. Dini metinlerden bilimsel yargılara ulaşmak, bilimsel metinlerden de dini yargılara varmak sorunlara yol açabilir. Bu anlamda, evrim teorisi, bilimin alanında kalması ve nesnel olarak çalışılması gereken bir konudur. Buna karşın, söz konusu teorinin, tartışılmaz bir evrensel hakikat olarak dinin “mit”lerini yıktığını iddia eden bir ideoloji haline dönüştürülmesi, halihazırdaki en büyük çıkmazını oluşturmaktadır. 100 sene öncesindeki toplumsal olaylara ilişkin yapılan değerlendirmelerde bile, bir kesinlik ve mutabakata ulaşılamamasına rağmen, mevcut bilimsel tahminlere göre; 13,75 milyar yaşında olan bir kâinatın ve 4,54 milyar yaşında olan bir gezegenin sırlarını çözmeye çalışırken, nasıl bu derece emin bir tavır halinde bulunulduğu anlaşılır değildir. Doğrusu şu ki, geçmişe yönelik bilim adına gerçeği bulma adına söylenen hiçbir şey % 100 doğru değildir: “Onları göklerin ve yerin yaratılışına ve kendilerinin (nefislerinin) de yaratılışına şâhit tutmadık. (Kehf, 51)”
(4780)
kez okunmuştur.[1] Çene kemiğinin maymununkine, dişlerinin ve kafatasının ise insanınkine çok benzediği söylenen, insan evriminde büyük bir boşluğu doldurduğu ve 500.000 yıl önceki bir canlıya ait olduğu savunulan, Ingiltere’de Piltdown yakınında bulunan bir fosil (Piltdown adamı) 40 yıl kadar evrimin en önemli delilleri arasında zikredilmiştir. Fosil kemiklerin yaşını tespit etmek için 1950 yılında bulunan bir metot ile çene kemiğinin toprakta ancak birkaç yıl kaldığı, kafatasının ise birkaç bin yıllık olduğu, kemiklerin, eski görüntüsü verilebilmesi için boyayıcı maddeler ile işleme tabi tutuldukları, dişlerin çene kemiğine yerleştirilmek için zımparalandığı saptanmıştır.
[2] Haeckel’in embriyo çizimleriyle ilgili sahtekârlık hâlâ evrim teorisi ile ilgili kitaplarda yer almaktadır. 1995 yılında embriyolog Michael Richardson, Haeckel’in embriyonun geçirdiği aşamalar ile ilgili yanıltıcı bilgiler verdiğini detaylı bir şekilde göstermiş ve bunun biyolojideki en ünlü sahtekârlıklardan biri olduğunu söylemiştir.
[3] 1922 yılında ünlü fosilbilimci Henry Fairfield Osborn Nebraska’da bir diş fosili bulmuş, konunun uzmanları, bu dişin insan ve şempanze arasında ara bir türün dişi olduğunu söylemiştir. Birçok antropolog, Nebraska adamının nasıl yaşadığı ile ilgili hikâyeler türetmiş, ancak daha sonra bu dişin bir domuz dişi olduğu anlaşılmıştır.
(4780)
Selamünaleyküm.
Tüm bu evrim tartışmalarına genetik bilimi son noktayı koymuştur.
Mitokondriyal d.n.a’ nın incelenmesi sonucunda H.z Havva’ya kadar ulaşılmıştır.
Yani onun annesi yok.Ama evrimcilerde yalan bol.Piltdown adamı iyi bir örnek.
Bu konuda ise şöyle bir yalan söylüyorlar.Güya ,o devirde yaşayan bir çok kadın varmış.Ama, bu kadınlar ya ölmüş, yada çocukları olmamış.Sadece H.z Havva’nın soyu devam etmiş.