Varlıkları üç kategoride ele alabiliriz:
1) Hariçte varlığı olan şeyler
2) Varlık sahasına çıkmamış olan şeyler
3) Ne hariçte varlığı olan, ne de yokluğuna hükmedilebilen, itibarî ve nispî nitelikte varlığı olan şeyler.
Nispî ve itibari biçimdeki varlıklar, bağımsız bir varlığı olmayan, başkasına kıyaslama yoluyla ortaya çıkan, bizim tarafımızdan öyle kabul edilen varlıklardır. Örneğin, sağ-sol, ön-arka, üst-alt gibi kavramların harici varlığı yoktur, bunlar birer nispî varlıktır. Çakıl, kaya ve dağ… Üçü de yaratılmış, harici olan varlıklardır. Ancak, kaya çakıldan büyükken, dağdan küçüktür. “Büyüklük ve küçüklük” vardır, ama harici olarak var değildir. Bahsedilen kavramların kendilerine has haricî varlıkları yoktur, biz öyle itibar etmiş, öyle kabul etmişizdir. Güzellik, cömertlik vb. birçok kavram için de aynı nispilikten bahsedilebilir. Sağ kol da, sol kol da yaratılmıştır, harici varlıkları vardır. Ancak kendimize göre sağımızda olan kol, karşımızdaki için solumuzdadır. Onları sağ veya sol biçiminde biz kabul ediyoruz ve birbirlerine nispet ederek o isimleri veriyoruz. Bu anlamda, sağ ve sol diye bir şey yoktur diyemeyiz, ancak bu varlıkların harici varlığından da bahsedemeyiz.
Maturidî mezhebine göre, “iradenin bir işi yapıp yapmamaya yönelimi/eğilimi” demek olan cüz’î irade de yaratılmış olmayıp, itibari ve nispi varlığı söz konusudur. Eşarî mezhebine göre ise, bahsi geçen “eğilim gösterme” de yaratılmıştır, ancak onda yapılan tasarrufun itibarî bir varlığından bahsedilebilir. Bununla birlikte, ister “eğilim gösterme”, isterse “eğilim göstermedeki tasarruf” olsun, her iki durumda da itibari ve nispi bir varlıktan bahsedileceği için, Cenab-ı Allah cüz’i iradeyi yaratmamış olup, zorla irademize bir fiil yaptırmamaktadır. İçki içen birinin de, su içen birinin de içme fiilini yaratan Allah’tır, ancak içki içen kişideki içki içme yönelimini/eğilimini Allah yaratmamış, kişi kendisi yönelim/eğilim göstermiştir. Zira Allah bu yönelimi yaratmış olsaydı, o zaman sorumluluktan bahsetmek mümkün olmazdı.
Nitekim Elmalı Hamdi Yazır da, Fatiha suresinin tefsirinde, talebin bir mevcut değil, mevcutlar arasında kurulan bir ilişkiden ibaret olduğunu, külli irade denilen irade kuvvetinin yaratılmış olduğunu, ancak insanın karar vermesinin yaratılmamış olduğunu belirtmektedir. Ona göre, tereddüt iki düşünce arasında bir zihin hareketi olup, bu harekette zihin mekik gibi iki tarafa gidip gelmektedir. Bu durumda, birinde karar bulunca öbürüne bir daha gitmemek gibi ilişki kurmaktan başka birşey yapmış olmadığından, buna varlığın yaratılışı da denemeyecektir.
Herşeyin doğrusunu O bilir.
Dr. Naim Tatlıcı
(2592)
(2592)
Speak Your Mind