- Arapların en önem verdikleri şehirlerden biri olan Mekke, Hicaz’ın en büyük kültür merkezi olmasına rağmen, okuma-yazma bilen sayısı fazla olmayan bir yerleşim yeriydi. Mekkeliler, ümmi bir topluluktu, okuma yazma bilenlerin sayısı, yirmiye ulaşmıyordu. Yazmayı öğrenenler, yalnızca buna ihtiyaç duyanlardı. İşte Peygamber Efendimiz sözlü kültürle yoğrulmuş böyle bir şehirde dünyaya teşrif etti. Ne bir âlimin rahle-i tedrisinden geçti, ne bir okulda eğitim aldı, ne de önceki dini veya felsefi kitaplardan istifade etti. Hz. Cebrail ilk vahyi talim ettiğinde, “Ben okuma bilmem” biçiminde mukabele etti.
- Kur’an’da birçok âyette Efendimizin “ümmi” olduğu belirtilir. Örneğin Araf sûresi 157 ve 158. âyetlerde, “Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen nûra tâbi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır. De ki: ‘Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim. O ki, göklerin ve yerin hâkimiyeti O’na aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Hayatı veren de, ölümü yaratan da O’dur. Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî Nebîye, o Resule inanın. Ona tâbi olun ki doğru yolu bulasınız.’” buyrulmakta ve Ankebut suresinin 48. âyetinde de, “Sen Kur’an’dan önce hiçbir kitap okumuş ya da eline kalem alarak yazmış biri değilsin. Öyle olsaydı batıl yanlısı inkârcılar kuşkulanırlardı.” hitabına yer verilmektedir. “Ümmî” kelimesinin, ümm veya ümmet kelimelerinden türemiş bir sıfat olduğu yönünde görüşler bulunmaktadır. Arapça’da “ümm”; anne, bir şeyin aslı, esası gibi anlamlara gelmekte olup, mensup olmayı ifade eden ümmî kelimesi, üç farklı anlamda yorumlanmaktadır:
- Ümm, “anne” anlamına geldiğinden, annesinden doğduğu hal üzere kalmış, yaratılışındaki safiyeti ve fıtratı hiç bozulmamış, yaratılışı yeni bir şey öğrenmekle değişmemiş kişi,
- Okuma-yazma bilmeyen bir ümmete (Araplara) mensup olan,
- Şehirlerin anası Mekke’ye (Ümmül-kuraya) mensup olan, Mekkeli
Elmalılı Hamdi Yazır’a göre, bu üç yorumun üçünde de “ümmî”, okuyup yazmaya uğraşmamış manasına bir vasıftır. Ümmîlik sıradan insanlar hakkında kullanıldığında ilim eksikliğini ifade eden bir noksanlık sıfatı iken, bir ümmînin okuyup yazanlardan daha bilgili ve Allah tarafından ilâhî bilgilerle donatılmış olması yönüyle, Peygamberimiz için kullanıldığında, fıtratının yüceliğine ve mükemmelliğine işaret etmektedir. Bu anlamda, okuyup yazanları aciz bırakan Efendimizin ilminin derinliği göz önüne alındığında, O’nun “ümmî”liği, hakkında her türlü şüpheyi ortadan kaldıran ve onun doğrudan doğruya Allah’tan gönderildiğini ispat eden harikulade bir üstün özellik, başlı başına bir mucize olarak karşımıza çıkmaktadır.
- Peygamberimizin okuma-yazma bilip bilmediği tarih boyunca birçok âlim tarafından tartışılmış ve peygamberlik vazifesi başlamadan önceki dönemde okuryazar olmadığı konusunda ittifak edilmiştir. Peygamberlik vazifesinden sonra da, bir kitap okuduğuna veya bir kâtip gibi yazı yazdığına ilişkin bir haber bulunmamaktadır. Ancak, Kur’an indikten sonraki dönemde okuma-yazma öğrenmiş midir? Bu konuda farklı yorumlar mevcuttur:
- Okuma-yazma bilmediğini ileri sürenler, Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Peygamberi “ümmî” diye vasıflandırmış olmasını ve bunun mucize olmasını, Efendimizin ilk vahiydeki “Oku!” emrine “Ben okuma bilmem” biçiminde karşılık vermesini, Peygamberimizin ümmî olduğu, yani okuma-yazma bilmediği Kur’an’da belirtildiği halde, müşriklerin bu konuda herhangi bir itirazda bulunmadığını, yanında vahiy kâtibi olmadığı zaman gelen vahiyleri ezberine almaya çalıştığını, halbuki yazmayı bilseydi, yazma yolunu tercih edeceğini, Hz. Peygamberin okuyup yazdığına dair delil olarak getirilen rivayetlerin bir çoğunun ya zayıf, ya uydurma, ya da mecaz olduğunu delil olarak getirmişlerdir.
- Okuma-yazma bildiğini ileri sürenler ise, kısmen de olsa okuyup yazabildiğine yönelik bazı rivayetlerin mevcut olduğunu, okuma-yazma bilmediğine işaret eden ayetlerin vahiy gelmeden önceki döneme yönelik olduğunu, okuma-yazmayı teşvik eden bir peygamberin okuma-yazmayı öğrenmemiş olmasının düşünülemeyeceğini, vahiy kâtiplerine yazdırma fiili esnasında okuma-yazmayı öğrenebileceğini öne sürmektedir. Peygamberimizin az da olsa okuyup yazabildiğine veya harfleri tanıdığına ilişkin rivayetlerin doğru olduğu kabul edilse bile, adını yazabilecek kadar harfleri tanıyabilmenin, başka kitaplardan ilim tahsil edebilecek kadar okuryazar olmak anlamına gelmediğini ve “ümmi”lik vasfını ortadan kaldırmadığını belirtmekte fayda bulunmaktadır. Ayrıca, bilmek ve yapmak birbirinden farklı kavramlardır. Kadı İyad’a göre, Efendimiz, harflerin nasıl güzel yazılacağını bilmesine rağmen, okuma-yazmasının engellenmiş olması da uzak bir ihtimal değildir.
- İlim tahsil etmeyi birçok ayetiyle teşvik eden bir Kitabı tebliğ eden ve hadislerinde de yine bu hususa vurgu yapan Efendimizin okuma-yazmayı bilmemesini ne ile izah etmek gerekir?
- Efendimiz, çalışıp çabalayarak elde edilmesi mümkün olmayan vahiy gibi olağanüstü bir bilgiye sahip olacağından, “ümmi”lik vasfı üzere kalmış, vahyin aynası olacak kalbi “beşeri” malumatla kirlenmemiş, ilahi nura makes olma istidadını ve yaratışındaki safiyetini muhafaza etmiştir.
- Büyük bir kitabın ezberlenmesinde okuryazar olmanın önemi büyüktür. Okuryazar olanların bile ezberden okumada hata yapabildiği göz önüne alındığında, Peygamberimizin okuma-yazma bilmemesine rağmen, hiçbir fazlalaştırma, eksiltme ve değiştirmede bulunmaksızın Allah’ın kitabını okuması, O’na verilmiş mucizelerden biridir.
- Diğer yandan, Kur’an’ı inkâr etmek için bahane arayanlar, O’nun bu bilgisini Tevrat, İncil gibi diğer dini kitaplardan veya tarihi ve felsefi metinlerden devşirdiği gibi bir iddiayı ileri sürebilirlerdi. Bu tür iddialar farklı biçimlerde gündeme getirilmiş, fakat etkili olamamıştır. Bu iddiaları geçersiz kılan en önemli sebep, Resûlullah’ın ümmî oluşudur.
Dr. Naim Tatlıcı
(14739)
(14739)
bencede dogru