Kur'an'ı anlamak istiyorum

Tablet Fıkralar ve Nükteler

26. YAKIŞMAZ…

          Cimriliği ve kibri ile meşhur birisine bir fakir gelerek sadaka istemişti.

          – Üç-beş kuruş vermek bana yakışmaz, dedi adam.

          – O zaman daha fazla verin…

          – O da sana yakışmaz.

 27. PAŞAYDI, PAŞA…

          Bir paşa, emr-i Hak vaki olmuş ve vefat etmiş. Paşayı getirip musalla taşına koymuşlar. İmam cenaze namazı için tekbir almadan önce,

          – Er kişi niyetine… deyince, paşanın hanımı arkadan seslenmiş:

          – Hocam, kocam er değildi, paşaydı paşa!

 28. İKİ METRELİK FARK

Burnu havada bir şehirli köylüleri küçük görürmüş. Bir gün bir köylüye rast gelince sormuş:

– Söyle bakalım, köylü efendi! Köylü ile eşek arasında ne fark vardır?

Köylü bu utanmaz adam ile arasındaki mesafeyi tahmin ederek:

– İki metre fark vardır, demiş.

 29. BİZDE KİBİR YOK

Akşehirliler Nasreddin Hoca’ya takılmayı seviyorlardı. Yine bir gün bu şekilde takılarak sorarlar:

– Hocam, senin evliyalar arasında ulu bir kişi olduğun söylenir, aslı var mıdır?

Hoca’nın böyle bir iddiası yoktur, ama sorulunca bozuntuya vermez:

– Herhalde öyle olmalı, der.

– Böyle kişilerin kerametleri olur Hocam. Sizin de gösterebileceğiniz kerametiniz var mı Hocam?

Hoca biraz düşünür, sonra karşısında duran çınar ağacına seslenerek:

– Ey ulu çınar, hemen yanıma gel!

Bir daha tekrarlar:

– Ey ulu çınar, hemen yanıma gel!

Etraftakiler itiraz etmeye başlarlar:

– Hocam ne iş, ağacın geldiği filan yok.

Hoca, ağacın yanına gider ve şöyle der:

– Bizde kibir yoktur, dal yürümezse  abdal yürür. 

 30. KENDİM YAPTIM!

          Adamın biri resim sanatı üzerine epeyce ders almış ve yaptığı tabloları evinin duvarına asmıştı. Bir arkadaşı evine ziyarete geldiğinde tabloları görüp sordu:

Aman öyle olsun. Ben de para verip aldığını sanıp üzülmüştüm. 

 31. MASADAKİ BARDAKLAR

          Lokantaya ilk defa giden adamın biri, garsonu çağırmış ve masada ters duran bardakları göstererek:

          – Bu bardaklarla nasıl içeceğiz kardeşim, üstü kapalı, demiş.

          Garson bardağı eline almış ve ters çevirerek adamın önüne koymuş. Bu defa adam bardağı biraz inceledikten sonra kaşlarını çatarak, garsona sitem dolu bir sesle konuşmuş:

          – Kardeşim, bu nasıl bardak, hem üstü kapalı, hem de altı delik!..

 32. DÖRDÜNÜZÜN DE…

Temel, Amerika’ya varınca oteline yerleşmiş. Biraz dinlenip uyuyayım diye yatağa uzanmış, ama nafile… Yan odadan müthiş bir gürültü geliyormuş. Bir iki yatakta oraya buraya döndüyse de, dayanamayıp duvarı yumruklamış ve:

– Bu ne gürültü, uyuyamıyorum, sen kimsin?  diye bağırmış.

Yan odadan karşılık gelmiş:

Temel yine bağırmış:

– Kafamın tasını attırmayın, gelirsem dördünüzün de bacaklarını kırarım.

 33. REKOR ÜZERİNE

Ünlü bir atlet, hasta olmuş yatıyordu. Doktor bir ara koltuğunun altındaki termometreyi çıkartıp okudu ve atletin karısına dönerek:

– Merak edilecek bir şey yok, dedi.

Bu esnada hasta atlet gözlerini aralayıp sordu:

– Ateşim kaç doktor bey?

– 39,5.

Atlet merakla tekrar sordu:

– Peki, dünya rekoru kaçtı?

 34. EN GÜZEL DİLEKLER

Soğuk savaş döneminde bir Polonyalı’ya sormuşlar:

– Dilediğin üç şey olacak olsa, ne isterdin?

– İlk olarak, Kızıl Çin Polonya’yı işgal etsin isterdim.

– Başka bir şey bulamadın mı? Güzel bir şey istesene…

– Benim için en güzel dilek budur.

– Peki, öyle olsun, ya ikinci isteğin?

– Yine Çin, Polonya’yı istila etsin isterim.

– Üçüncü isteğin de aynısı olmalı!

– Evet, doğru… Kızıl Çin Polonya’yı işgal etsin.

– Peki, böyle bir şeyi niçin büyük bir iştiyakla istiyorsun?

– Kızıl Çin, Polonya’yı işgal etmek için gidiş-gelişte Rusya’yı altı defa çiğneyip geçecek. Bir Polonyalı için bundan daha güzel ne olabilir? 

 35. DİNLENME İHTİYACI

          Politikacı dur-durak bilmeden saatlerdir nutuk atıyordu. Dinleyicilerden biri daha fazla dayanamadı:

          – Efendim, çok yoruldunuz, biraz dinlenseniz?

          Politikacı:

          – Benim dinlenmeye ihtiyacım yok, dedi.

          – Ama bizim var, diye cevap verdi dinleyici. 

 36. HZ. İSA

Nasreddin Hoca, bir köye misafir olmuş, Ramazan ayı boyunca Teravih namazı öncesi vaazda bulunuyormuş.

Ramazan ayının sonuna doğru bir vaazında Hz. İsa’dan, onun ölmediğinden göğe kaldırıldığından bahsetmiş. Cemaatten bazıları, “Hocam, merak ettik, Hz. İsa gökte ne yer, ne içer?” diye bir soru sormuşlar.

Hoca, zaten Ramazan süresince kendisi ile ilgilenilmemesinden dertliymiş. Fırsat da çıkınca cevabını vermiş:

– Bre gafiller! Size hayret ediyorum; Ramazan’ın başından beri misafiriniz olan Hocanızın ne yeyip ne içtiğini merak etmediniz de, gökyüzünde Allah’ın misafiri olan Hz. İsa’nın ne yeyip ne içtiğini merak ediyorsunuz…

 37. BİLGİN

Bir bilgin, dünyanın en akıllı adamını bulmak için diyar diyar geziyormuş. Yolu bir gün Nasreddin Hoca’nın köyüne düşmüş. Adam köylülere sormuş:

– Sizin köyün en akıllı adamı kimdir?

Köylüler de:

– Nasreddin Hoca, demişler.

Bunun üzerine, bilgin köy meydanında Nasreddin Hoca ile tanışıp sohbete başlamış. Eline bir çomak alıp, yere bir daire çizmiş. Nasreddin Hoca da çomakla daireyi ortadan ikiye bölmüş. Bilgin bir doğru daha çizerek daireyi dörde bölmüş. Hoca da dörde bölünmüş dairenin üç dilimine çarpı işareti koymuş. Bilgin elleriyle aşağıdan yukarıya doğru hareket yapmış, Hoca da yukarıdan aşağıya doğru hareket yapmış. Sonunda bilgin adam büyük bir hayranlıkla hocayı tebrik etmiş.

Olup bitenden bir şey anlamayan halk bilgine ne konuştuklarını sormuş:

– Bu adam gerçekten dünyanın en akıllı adamı… Yere dünya çizdim, o “Ortasından ekvator geçer” dedi. Ben dünyayı dörde böldüm, o da “Dörtte üçü sudur” dedi. Ben “Yerden buharlaşma sonucunda ne olur?” dedim, o da “Yağmur yağar” dedi.

Köylüler bir de Hocaya neler olduğunu sorarlar. Hoca da:

– Bu adam oburun biri demiş. Yere bir tepsi baklava çizdi, ben de “Yarısı benim” dedim. Daha sonra tepsiyi dörde böldü, “O zaman dörtte üçü benim” dedim. O “Tepsi, alt tarafından ateşi hafif hafif almalı” dedi, ben de “Üstüne fındık-fıstık eklersek daha iyi olur” dedim.

 38. BİRAZ DA BENİ DÜŞÜN

 Şinasi Nahit, kaleminden dolayı sık sık yargılanan bir yazarmış. Aynı mahkemede, aynı hakim tarafından defalarca yargılanıyor ve her seferinde de hakimin “Gereği düşünüldü” sözüyle hapsi boyluyormuş. 

Hakkında açılan bir dava da, yine hakimin “Gereği düşünüldü” sözüyle bitmek üzereyken, Şinasi Nahit dayanamamış:

          – Hakim Bey, Hakim Bey! Hep gereğini düşünüyorsunuz, biraz da beni düşünseniz…

 39. YAYLALAR YAYLALAR…

Temel, gece vakti mezarlık kenarından geçmeye korkarmış. Bunu bilen Dursun, Temel’e tavsiyede bulunmuş:

– Temel, mezarlıktan geçerken türkü söylersen korkmazsın daa… demiş.

Temel, o gece mezarlıktan geçerken, Dursun’un tavsiyesi aklına gelmiş ve başlamış türkü söylemeye:

– Ay akşamdan ışıktır.

Koro halinde mezarlıktan bir ses yükselmiş:

– Yaylalar yaylalar…

 40. SOBANIN ANALİZİ

Bir fizikçi, bir matematikçi, bir  kimyacı, bir jeolog ve bir antropologdan oluşan bir heyet, bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir köy evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 metre kadar yukarıda, dizili taşların üzerinde bulunmaktadır.

Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar. Önce kimyacı yorum getirir:

– Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış.

Fizikçi:

– Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş, der.

Jeolog ise:

– Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak, yangın ihtimalini azaltmayı amaçlamış, yorumunu yapar.

Matematikçinin yorumu:

– Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış, biçiminde olur.

Antropolog:

– Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmadan tevarüsle ateşe saygı anlamında sobayı yukarıya kurmuş, der.

Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar.

Adam cevap verir:

– Aslında aşağı kuracaktık, ama boru yetmedi.

 41. NEDENİ BASİT

Çocuk, gecenin bir yarısı üst komşularının zilini uzun uzun çalmış. Komşuları kapıyı açınca:

– Babam teybinizi istiyor, demiş.

– Ne yapacaksınız? Müzik mi dinleyeceksiniz?

Çocuk sakin bir şekilde cevap vermiş:

– Hayır. Babam uyumak istiyor!

42. AYRIMCILIĞA ÇÖZÜM

Temel Amerika’da otobüs şoförlüğü yapmaya başlamış. O dönemde siyahların otobüsün ön kısmında oturmasına izin vermiyorlarmış. Beyazlar önde, siyahlar arkada otururken kavga çıkmış. Temel:

– Durun, demiş. Her şeyin bir çözümü var. Bundan sonra siyah-beyaz ayrımı diye bir şey yok. Farzedin ki hepiniz yeşilsiniz… Şimdi açık yeşiller öne, koyu yeşiller arkaya otursun.

43. BURNUNDAN KIL ALDIRMAMAK

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, ağrısı geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendi’nin baş ağrısı artarak devam eder. Zamanla baş ağrısına, göz yaşarması da eklenir. Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder, ama ne yazık ki doktorların hiçbiri ağrıyı tedavi edemediği gibi teşhis de koyamazlar.

Ev halkı geceleri uyuyamayan Osman Efendi’yi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Tüm testler, tahliller yapılır. Zahiren Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Osman Efendi’yi bu defa da apar topar yurtdışına götürürler. O devirde, Zürih cazibe merkezidir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır, ama nafile…

Osman Efendi, adı sanı bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını düşünüp, son günlerini memleketinde geçirmek ister. Bir gün Osman Efendi’nin berberi “Berber Mehmet Efendi” traşa gelir. Osman Efendi sıkıntısını ona da anlatır.

Berber Mehmet Efendi bir an düşünür. “Beyim” der, “Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?” Bir bakar, “Hah işte” der “Kıl dönmüş.” Osman Efendi’nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendi’nin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet Efendi, Osman Efendi’nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendi’nin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.

Ertesi sabah Osman Efendi aylardan beri ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp, gittikçe uzayarak dayanılmaz ızdıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

44. FOBİNİN TEDAVİSİ

Cemal psikoloğa giderek:

– Doktor Bey, yardımınıza ihtiyacım var, dedi. Gece olup yatağıma yattığımda, yatağın altında birinin olduğunu düşünüyorum. Yatağın altına yatınca da bu kez üstte biri var gibi geliyor. Alt, üst, alt, üst…  Delirmek üzereyim.

– Sizi bir yılda iyileştiririm, yalnızca kendinizi benim ellerime bırakın yeter. Bana haftada üç gün gelin, sizi fobinizden kurtarayım, açıklamasını yapar doktor.

– Bunun için ne kadar ödemem gerekiyor?

– Seans başına 1000 Lira.

Bu cevap üzerine, Cemal bu sorunla yaşayabileceğini düşündü ve doktorun yanından ayrıldı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra yolda Cemal’e rastlayan doktor, ona neden kendisine bir daha gelmediğini sorunca:

– Seans başına 1000 Lira mı verecektim? Ben o işi 10 Liraya hallettim, dedi.

– Nasıl? diye sordu doktor.

– Marangoz geldi ve yatağın ayaklarını kesti.

45. TEMEL’İN BORCU

Temel’in Moiz’e borcu varmış, ancak ertesi gün ödemesi gerektiği için bir türlü uyuyamıyormuş. Temel’in bu haline dayanamayan Temel’in karısı, pencereyi açıp yan taraftaki Moiz’in evine doğru bağırmış:

– Moizzz!!! Temel sana olan borcunu yarın ödemeyecek.

Sonra da Temel’e dönerek;

– Artık o uyuyamayacak, sen uyuyabilirsin! demiş.

46. KARIŞAN ÇOK OLUR

Nasreddin Hoca ve oğlu, bir yolculuğa çıkarlar. Hoca giderken oğlunun eşeğe binmesini ve kendisinin de yürümesini tercih eder. Yolda birileriyle karşılaşırlar:

– Bakın şu sağlıklı, genç çocuğa! Bugünkü gençlerinin yaşlılarına hiç saygıları yok. Kendisi eşeğe binmiş, yaşlı babasını yürütüyor, derler.

Bu insanların yanından geçince, çocuk utanır ve kendisinin yürümesi, babasının da eşeğe binmesi için ısrar eder. Böylece, Hoca eşekle gitmeye, çocuk da yanında yürümeye başlar. Kısa bir süre sonra, başka insanlara rastlarlar: 

– Şuna bak! Babası eşekle giderken, şu ufacık çocuk yürüyor, derler.

Bu insanları da geçtikten sonra, Hoca oğluna:

– En iyisi, ikimizin de binmesi, der.

Kısa bir yol aldıktan sonra, yine başkalarına rastlarlar:

– Şu adamlara bakın. Dermansız eşeğe iki adam binmiş, yazık hayvana, hiç mi merhamet hissi yok sizde? derler adamlar.

Hoca:

– Oğlum, en iyisi ikimiz de inelim, der. Üçü birlikte yürümeye başlarlar. Yine yolda bir grup insana rastlarlar:

– Şu işe bakın, eşeğiniz olmasına rağmen, bu sıcak güneş altında ikiniz de yürüyorsunuz, yaptığınız akıl kârı mı? 

47. FELAKET HABERİ

Almanya’da çalışan iki Karadenizli’den biri Türkiye’den Almanya’ya dönmüş, hemşerisine memleketten haberler veriyordu:

          – Memlekete kar yağdı; kurtlar, çakallar köye indi!

          – Bir zarar verdiler mi?

          – Sizin çilli horozu çakal kaptı!

          – Peki Karabaş neredeymiş?

          – Eşek Karabaş’ı tekmeyle öldürmüş!

          – Eşek değirmende değil miymiş?

          – Değirmenden babanın tabutunu getirmişti!

          – Uy, babam öldü mü?

          – Öldü ya… Ananın ölümüne dayanamadı da!

          – Ah anam ah, o da mı öldü? Desene ocağım söndü, evim boş kaldı.

          – Hayır boş kalmadı, o da yangında gitti, kül oldu.

 48. TEMEL HAKİM KARŞISINDA

Temel bir gün hakim karşısına çıkar. Hakim Temel’e sorar:

– Evladım senin adın nedir?

– Adım Temel, fakat “z” si yok.

Hakim bir an düşünür ve Temel’e dönerek der:

– Evladım, Temel’de zaten “z” yok ki!

– Ee, biz ne deduk, Hakim Bey?

49. AYNI YERDE

Temel uzun zamandır görmediği arkadaşı Cemal’le Istanbul’da karşılaşınca:

– Uşak nasilsun pakayum?

– İyiyum…

– Çocuklarin nasildur?

– Onlar da iyidur.

– Peki karin nasildur?

Temel böyle sorunca Cemal’in birden yüzü değişir. Temel, Cemal’in karısının geçen yıl öldüğünü hatırlayıp hemen şöyle der:

– Yani, hâlâ aynı mezarda mı yatiyii?

 50. SEN DE DÜŞTÜN 

Nasreddin Hoca’nın karısı ölmüş. Hoca da bir ay sonra dul bir kadınla evlenmiş. Evlendiği kadın, her fırsatını bulduğunda Hocaya eski kocasını anlatıyormuş. Bir  gece Hoca ile yeni hanımı yatakta yatarken, patavatsız kadın kocasından bahisle, “Benim eski kocam şöyle iyiydi, böyle iyiydi…” diye konuşuyormuş. Hoca dayanamamış,  kadına tekmeyi savurunca, kadın kendini yerde bulmuş. Kadın sormuş:

– Aman Hocam, beni niye yere attın?

Hocanın cevabı hazırmış:

– Eeee, iki kişilik yatakta bir sen,  bir ben, bir de eski kocan yatıyor… Üçümüz sığamadık, sen de düştün…

 

(177076)

Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

Comments

  1. cuneyt can says

    eline ve emeğine sağlık güzel arkadaşım

  2. mehmet YILMAZOGLU says

    Ellerine sağlık ,çok iyi bir calisma ve faydalı,çok guzel olmuş emeğine sağlık.

  3. Yasin acehan says

    Çok faydalı inşallah hayırlara vesile olur

  4. h mehmet metin says

    ilmine bilgine saglık daha nicelerini bekliyoruz.bu tip kitaplarla bu güne kadar verdiğin emeklerin boşa gitmediğini görüyoruz teşekkürler.

  5. fatma metin says

    aklımıza takılan bazı sorulara doyurucu cevaplar buldum .takdire şayan bir çalışma olmuş.sagol

  6. saim kadayıfçı says

    Elinize emeğinize sağlık

  7. YAŞAR SARI says

    başarılarınızın devamını dilerim.

  8. Dr.ilhan says

    sayın Dr.naim bey, güzel bir site oluşturulmuş.epey emek verildiği ve alın teri döküldüğü anlaşılıyor.Rabbim karşılığını verir inşaallah.konularla alakalı yorumları ve fikir teatisini yeri geldikçe yapmak üzere Allah’a emanet olunuz.

  9. Alperen Ocak says

    Naim abinin diğer kitaplarını okuma şansı buldum.Sitesi gerçekten muhteşem olmuş.
    Hayırlara vesile olmasını dilerim…

  10. Ahmet döndü koksal- sevgi ozyalcin says

    Siteniz hayırlı olsun, akla takılan sorulara cevap aramak herseyi Allah’ın bize verdiği akıl süzgecinden gecirmek konuların üzerinde düşünmek ve fikir alışverişinde bulunmak yaratilisimizin bir geregi diye düşünüyorum..

  11. site ve yazılarınız harika teşekkür ederiz çalışmalarınızda başarılar diliyorum sevgiler

  12. Talha Eren says

    https://www.aklatakilanlar.com/islamda-kandil-gecelerini-kutlamak-var-midir/ ve https://www.aklatakilanlar.com/hz-nuhun-gemisinin-uzerinde-durdugu-dag-cudi-mi-agri-mi-2/ yazılarınızı beğendim. Bu konularda kafamda karışıklık vardı. Fıkıhla ilgili soruları da ele alsanız iyi olur bence.

Speak Your Mind

*

Kur'an'ı anlamak istemez misiniz?